HAK VE EŞİTLİK PARTİSİ BOLU

BOLU HEPAR BLOĞUNA HOŞ GELDİNİZ

Bu Blogda Ara

25 Ocak 2010 Pazartesi

DÖRTDİVAN GEZİ

DOSTLAR HER YERDE ELELE OMUZ OMUZA


GÜZEL BİR ŞİİR

*****UYANIŞ*****
Bir gece bir ses duydum haydi kalk diyordu bana
Vatanın ve bayrağın, ihtiyacı var sana
Yüz binler ayaktayız daha sen duymadın mı
Yattığın kan uykusundan hala uyanmadın mı
Doğrulup kalktım birden, seslendim kimsin diye
Osman’ım ben diyordu, haydi kalk gel benimle
Uzattım ellerimi bir kartal kanadına
Birlikte havalandık ülkemin semasına

Korkma diyordu bana, ecdadın korktu mu hiç
Yağlı kurşun gelirken, gözünü kırptı mı hiç
Eğer özgür değilsen neye yarar bir vatan
Boşuna mı verildi bayrak için bunca can

Sonra birlikte indik yüz binlerin yanına
Hepsi kol kolaydılar bayrağımın altında
Ağızlarda tek bir söz bu vatan hepimizin
Hak ve eşitlik için görevimiz var bizim

Yol çok uzun ve zorlu engeller aşılacak
Enginlere sığmayıp, bentlerden taşılacak
Önce vatan diyenler, işte kurtuluş yolu
Liderin adı belli, Sayın Osman PAMUKOĞLU

Oğuzhan ÖZDEMİR

24 Ocak 2010 Pazar

BOLU EXPRES GAZETESİ KÖŞE YAZARI YAŞAR AKSAN









ANADOLU KARTALLARI




Anadolu, Batı Asya’nın en önemli yarım adası. Bulunduğu yer itibarı ile de tarih boyunca birçok kez saldırılara, işgal ve istilalara sahne olmuş bir coğrafyadır. Çok zengin yer altı ve yerüstü kaynaklarına sahiptir. Onun için de, Anadolu gibi bir yere sahip olmanın, böyle bir yerde yaşamanın hem nimeti hem külfeti vardır. Aslında sahip olunan her zenginlik nimet ve külfeti birlikte getirmez mi?

Anadolu’ya sahip olan milletler, burada kurulan devletler sahip olduğu zenginliğin, karşı karşıya kaldığı risklerin farkında olur ve onlara karşı da karşı koyma ve savunma tedbirlerini alırsa, zenginlikler onu dünya hakimi haline getirebilir; getirmiştir de… Tarih buna örneklerle dolu; aklımıza ilk gelenler ve hepimizin bildiği Roma İmp., Bizans İmparatorluğu, İskender İmparatorluğu, Pers İmparatorluğu, Selçuklu İmparatorluğu, Osmanlı İmparatorluğu gibi…

Türkiye Cumhuriyeti Anadolu yarımadasında hakim olan son devlet. Onun için, Türkiye Cumhuriyeti’nin de önünde riskler ve nimetler aynı oranda beklemektedir. Eğer, Türkiye’nin kaderine hükmedenler bu risklerin ve nimetlerin farkında olurlarsa elbette geleceğin süper gücü Anadolu coğrafyasından yükselecektir. Ancak, bu devletin, bu milletin kaderinde etkili olanlar bunun farkında olamazlarda, Allah korusun, bu devletin de yeri devletler mezarlığıdır. Çünkü Anadolu’nun bir başka adı da, “Milletler ve devletler mezarlığıdır.”

İşte burada karşımızda milli şuura sahip, vatan millet sevdası ile sevdalanmış, Türk devletini yönetme şuurunda ve idrakinde olan, devlet yönetmenin şirket yönetme olmadığını bilen çılgın bir kadroya olan ihtiyaç çıkıyor. Bu öyle bir ihtiyaç ki, hastanın ilaca, kuru toprağın suya olan ihtiyacı gibi… Türkiye idealist, sonuna kadar vatansever, sonuna kadar milliyetçi, sonuna kadar cesur, kişisel yarınını düşünmeyen, kişisel çıkarlarını asla hesap etmeyen, nokta kadar çıkarı için virgül gibi eğilmeyen, el etek öpmeyen, yağdanlık ve yakalıktan uzak duran bir kadroya ihtiyaç duymaktadır. Çünkü…

Çünkü, bu millet, bu devlet, bu vatan milliyetçiyim diyenler tarafından, Atatürkçüyüm diyenler tarafından, Müslüman’ım diyenler tarafından o kadar çok soyuldu ki, soyula soyula geride sadece “soğanın cücüğü kaldı!” Şimdi bütün kavga da bu geride kalan “soğanın cücüğünü ele geçirmek için” yapılmaktadır.

“Vatan elden gidiyor, kalkın” dediler; kalktık. Onlar oturdu biz ayakta kaldık.

“Din elden gidiyor! Dediler baktık; onlar kat üstüne kat, yat üstüne yat aldılar. Ta ciğerimize daldılar, ciğersiz kaldık.

“Atatürk saldırdılar, Atatürk, laiklik elden gidiyor koşun!” Dediler. Koştuk. Atatürk’ü kirli emellerine, çıkarlarına maske yaptılar. İhanet oyunlarında Atatürk altına sığındılar, onlara da aldandık.

Türk milleti tarihi ve milli özellikleri gereği, devletine bağlı bir millettir. Devleti “baba”, vatanı “ana” bilir. Millet bu baba ve ananın çocuklarıdır. Onun için, ana bildikleri vatanlarına sonuna kadar bağlıdır. Vatanın neredesinde bir keder, bir acı olsa onu ta yüreğinde hisseder ve hemen imdadına koşar.

Türk milleti “baba” dediği devletine o kadar çok bağlı, o kadar çok itaatkârdır ki, bu tarihi ve milli özelliği gereği, devletine karşı saldırılara da asla tahammül edemez. Ama sabırlıdır da! Milletin bu sabrını iyi anlamak lazım. İyi yorumlamak lazım! Bir ayağa kalkarsa o zaman ne bent dinler, ne engel. Kükremiş sel gibi olur, bütün bentleri, bütün barajları yıkar, parçalar gider.

Onun için de artık sıra ANADOLU KARTALLARINDA!

Anadolu kartalı sadece Anadolu dağlarında, Anadolu yaylalarında yetişen bir kartal. Göklerin hâkimi! Yerlere hâkim olmak artık göklere hakim olmaktan geçiyor biliyorsunuz. Göklere hakim olamayanlar da yerde birer birer avlanır, yok olur giderler.

Bir dahaki yazımıza ANADOLU KARTALLARININ ÖZELLİKLERİNDEN BAHSEDECEĞİZ.

BOLU EXPRES GAZETESİ KÖŞE YAZARI YAŞAR AKSAN

NEDEN ANADOLU KARTALLARI?




Geçen haftaki yazımızda Anadolu Kartalları’ından bahsetmiştim. Bu yazımıza olumlu ve olumsuz geri dönüşler aldım. Bazı dostlar da sitem ettiler/ etmişler. Hatta bir dost “Anadolu Partisi” adıyla bir parti kurmamı ve boyumun ölçüsünü almamı tavsiye etmiş.

1-Şimdi dostlar, önümüze bir Türkiye haritası alalım. Türkiye’nin dünya üzerinde bulunduğu yere bakalım. Bu ülke coğrafi konum olarak dünyanın en güzel yerinde değil mi? Üç tarafı denizlerle kaplı, dünyanın iki önemli boğazına sahip bir ülke… Şimdi bana söyler misiz dostlar; Türkiye’de neden Denizcilik Bakanlığı yok? Neden kendilerini Milliyetçi, Atatürkçü, Müslüman olarak vasıflandıran hükümetler böyle bir bakanlık kurmadılar? Sınırlarının yarısından çoğu denizlere çevrili bir ülkenin böyle bir bakanlığa ihtiyacı yok mu?

2- Dostlar! Haritaya bakalım Allah aşkına! Azerbaycan petrol denizi, İran petrol denizi, Irak petrol denizi, Suriye de petrol çıkartılıyor, Türkiye petrol fakiri. Siz buna inanıyor musunuz? Yani bu ülkenin sınırları çizilirken sınırlardan aşağıya doğru demir bir perde oluşturulmuş da, petrol sınırlarımız dışında mı kalmış? Oysa, Türkiye üzerinde oynanan oyunların en önemli nedeni sahip olduğu petrol rezervi olduğunu herkes biliyor.

Şimdi soralım bakalım: Neden kendilerini Milliyetçi, Atatürkçü, Müslüman olarak vasıflandıran hükümetler bu konunun üzerine eğilmezler? Neden Türkiye’nin sahip olduğu bu zenginlikler ortaya çıkartılmaz. Neden bu alanda da dışarıya bağımlı hale getirildik?

3- Türkiye dünyanın en zengin maden kömürleri yataklarını sahip bir ülke. Şimdi söyleyin Allah aşkına dostlar. Türkiye hangi kömür havzasını, hangi kömür yataklarını tam anlamı ile işletiyor? Bu konuda hangi teknolojiyi geliştirdi? Her sene milyarlarca dolarlık ithal kömür almıyor muyuz? Şimdi diyeceksiniz ki, bizim kömürler enerjisi düşük, hava kirliliği yapıyor, ekonomik değil. Ben de soruyorum, ithal kömür için, doğal gaz için her yıl dışarıya verdiğiniz milyarlarca doları bu alandaki teknolojik araştırmalara yatırsaydınız da bu kömürlerden daha verimli, daha ekonomik şekilde yararlanma yollarını bulsaydınız daha iyi olmaz mıydı? Rusya’dan, Ukrayna’dan, Romanya’dan aldığımız bu ithal kömürlere, İran’dan, Rusya’dan başka yerlerden aldığımız ithal doğalgaza verdiğimiz milyarlarca dolar hem Anadolu coğrafyasının sahip olduğu yeraltı zenginliklerinin araştırılmasına, hem de mevcut teknolojileri araştırma ve geliştirmeye ayrılsaydı daha mı kötü olurdu? Bu alanda kendine ait bir teknoloji üretemez miydi?

Neden kendilerini Milliyetçi, Atatürkçü, Müslüman olarak vasıflandıran hükümetler bu alanlara yönelerek bilimsel heyetler kurdurup bilimsel çalışmalar yaptırıp destekleyerek bu ülkeyi bu durumdan kurtarmadılar?

3- Türkiye dünyanın en zengin akarsu yataklarına sahip bir ülke. Peki, ne oluyor bu akarsularımız? Gözlerimizin önünde akıp gitmiyor mu? Peki, ne olmalı idi? Bu akarsuların üzerine barajlar kurulmalı, elektrik santralleri yapılmalıydı. Bu akarsulardan açılan kanallarla, döşenen boru hatları ile Anadolu’da suyun varmadığı, sulanmayan tek karış toprak bile kalmamalıydı. Böylece bu ülke hem enerji sorununu kökten çözmeli, hatta dışarıya enerji satar duruma gelmeli, hem de topraklarını en iyi şekilde değerlendirerek dünyada bir enerji ve tarım devi haline gelmeliydi.

Neden kendilerini Milliyetçi, Atatürkçü, Müslüman olarak vasıflandıran hükümetler bu güne kadar böyle bir çalışma yapmadılar?

4- Türkiye dünyanın en zengin bor ve boraks madenlerine sahip olan bir ülke. Peki, ne yapıyoruz bu trilyonlarca dolarlık zenginliğimizi? Ben söyleyeyim; Dozerlerle kazıyoruz, kepçelerle vagonlara dolduruyoruz ve ham madde olarak trenlerle, gemilerle gönderip ölü pahasına satıyoruz.

Neden kendilerini Milliyetçi, Atatürkçü, Müslüman olarak vasıflandıran hükümetler bu zenginliğimizi araştıran, geliştiren, işleyen teknolojileri araştırmadı, geliştirmedi, bu tür çalışmalara önem vermedi. Neden bir “Teknoloji ve Bilimsel Araştırmalar Bakanlığı” kurmadılar.

Türkiye hem coğrafyası, hem de iklimi bakımından hayvancılık için de mükemmel bir ülke. Şimdi soralım? Türkiye’de hayvancılık ne alemde? Can çekişmiyor mu? Ölmek üzere değil mi? Dışarıdan ne olduğu belli olmayan etler ithal edilmiyor mu? Vatandaşa eşek, at eti yedirilmiyor mu? Köylü elindeki bir iki ineğini de satacak duruma gelmedi mi? Anadolu’nun gür otlaklı yaylaları, ovaları boş durmuyor mu?

Neden kendilerini Milliyetçi, Atatürkçü, Müslüman olarak vasıflandıran hükümetler her alanda olduğu gibi bu alanda da gözlerini kapatarak olanları görmemezlikten geldiler, geliyorlar.

5- İşte size bir başka konu daha; Türkiye Büyük Millet Meclisinde yer alan 550 milletvekili bu ülke için çok değil mi? Bu 550 milletvekilinden 300’ü bu ülke için yeterli değil mi? 250 Milletvekilinin bu ülkeye aylık, yıllık ve seçim dönemlerinde nelere mal olduğunu hiç düşündük mü? Bir milletvekilinin bütçeden aylık giderinin en azından 15 bin lira olarak düşünürseniz (Fazlası var, eksiği yok!) ve bunu 250 milletvekilinin gideri, bunun yıllık ve 4 yıllık seçim dönemi giderleri olarak hesaplarsanız çıkacak rakamı tahmin bile edemezsiniz. Şimdi bu devasa rakamla ülkenin hangi sorunu çözülmez.

Neden kendilerini Milliyetçi, Atatürkçü, Müslüman olarak vasıflandıran hükümetler böyle bir çalışmayı asla dillendirmezler, böyle bir çalışmayı programlarına bile almazlar.

İşte bütün bunlar için ANADOLU KARTALLARI….

Bu arada, benim kişisel olarak hiçbir siyasi hesabım yok. Hiçbir siyasi beklentim yok. Bu güne kadar siyasi olarak hiç bir kazanç, rant elde etmedim. O tür taraklarda da asla bezim olmadı, olmaz da…

Ben 13 yaşından beri Türk milliyetçiliği davasına gönül vermiş biriyim. Türk milliyetçisiyim. Türk Ülkücüsüyüm. Bu ülkenin, bu vatanın, bu milletin sevdalısıyım. Doğulu batılı, güneyli kuzeyli; Balkanlar’dan Orta Asya’ya, Kırım’dan Hindistan’a kadar Türk’ü ile, Kürt’ü ile, Türkmeni, Kazak’ı, Özbek’i, Kırgız’ı, Uygur’u, Çerkez’i, Abaza’sı, Başkurt’u, Tatar’ı, Laz’ı ile Türlük aleminin her ferdini her türlü övgü, saygı ve hizmeti hak eden insanlar olarak gördüm. Bunlara hizmet etmek için taş üstüne taş koyanların da önünde saygı ile eğilirim.

“ANADOLU KARTALLARI” YAZIMIZA ÖNÜMÜZDEKİ GÜNLERDE DE DEVAM EDECEĞİZ. Eğitime, Sağlıkta, İç İşleri, Dış İşlerindeki görüş ve önerilerimiz sizlerle paylaşacağız.

BOLU EXPRES GAZETESİ KÖŞE YAZARI YAŞAR AKSAN

NEDEN ANADOLU KARTALLARI?




Geçen haftaki yazımızda Anadolu Kartalları’ından bahsetmiştim. Bu yazımıza olumlu ve olumsuz geri dönüşler aldım. Bazı dostlar da sitem ettiler/ etmişler. Hatta bir dost “Anadolu Partisi” adıyla bir parti kurmamı ve boyumun ölçüsünü almamı tavsiye etmiş.

1-Şimdi dostlar, önümüze bir Türkiye haritası alalım. Türkiye’nin dünya üzerinde bulunduğu yere bakalım. Bu ülke coğrafi konum olarak dünyanın en güzel yerinde değil mi? Üç tarafı denizlerle kaplı, dünyanın iki önemli boğazına sahip bir ülke… Şimdi bana söyler misiz dostlar; Türkiye’de neden Denizcilik Bakanlığı yok? Neden kendilerini Milliyetçi, Atatürkçü, Müslüman olarak vasıflandıran hükümetler böyle bir bakanlık kurmadılar? Sınırlarının yarısından çoğu denizlere çevrili bir ülkenin böyle bir bakanlığa ihtiyacı yok mu?

2- Dostlar! Haritaya bakalım Allah aşkına! Azerbaycan petrol denizi, İran petrol denizi, Irak petrol denizi, Suriye de petrol çıkartılıyor, Türkiye petrol fakiri. Siz buna inanıyor musunuz? Yani bu ülkenin sınırları çizilirken sınırlardan aşağıya doğru demir bir perde oluşturulmuş da, petrol sınırlarımız dışında mı kalmış? Oysa, Türkiye üzerinde oynanan oyunların en önemli nedeni sahip olduğu petrol rezervi olduğunu herkes biliyor.

Şimdi soralım bakalım: Neden kendilerini Milliyetçi, Atatürkçü, Müslüman olarak vasıflandıran hükümetler bu konunun üzerine eğilmezler? Neden Türkiye’nin sahip olduğu bu zenginlikler ortaya çıkartılmaz. Neden bu alanda da dışarıya bağımlı hale getirildik?

3- Türkiye dünyanın en zengin maden kömürleri yataklarını sahip bir ülke. Şimdi söyleyin Allah aşkına dostlar. Türkiye hangi kömür havzasını, hangi kömür yataklarını tam anlamı ile işletiyor? Bu konuda hangi teknolojiyi geliştirdi? Her sene milyarlarca dolarlık ithal kömür almıyor muyuz? Şimdi diyeceksiniz ki, bizim kömürler enerjisi düşük, hava kirliliği yapıyor, ekonomik değil. Ben de soruyorum, ithal kömür için, doğal gaz için her yıl dışarıya verdiğiniz milyarlarca doları bu alandaki teknolojik araştırmalara yatırsaydınız da bu kömürlerden daha verimli, daha ekonomik şekilde yararlanma yollarını bulsaydınız daha iyi olmaz mıydı? Rusya’dan, Ukrayna’dan, Romanya’dan aldığımız bu ithal kömürlere, İran’dan, Rusya’dan başka yerlerden aldığımız ithal doğalgaza verdiğimiz milyarlarca dolar hem Anadolu coğrafyasının sahip olduğu yeraltı zenginliklerinin araştırılmasına, hem de mevcut teknolojileri araştırma ve geliştirmeye ayrılsaydı daha mı kötü olurdu? Bu alanda kendine ait bir teknoloji üretemez miydi?

Neden kendilerini Milliyetçi, Atatürkçü, Müslüman olarak vasıflandıran hükümetler bu alanlara yönelerek bilimsel heyetler kurdurup bilimsel çalışmalar yaptırıp destekleyerek bu ülkeyi bu durumdan kurtarmadılar?

3- Türkiye dünyanın en zengin akarsu yataklarına sahip bir ülke. Peki, ne oluyor bu akarsularımız? Gözlerimizin önünde akıp gitmiyor mu? Peki, ne olmalı idi? Bu akarsuların üzerine barajlar kurulmalı, elektrik santralleri yapılmalıydı. Bu akarsulardan açılan kanallarla, döşenen boru hatları ile Anadolu’da suyun varmadığı, sulanmayan tek karış toprak bile kalmamalıydı. Böylece bu ülke hem enerji sorununu kökten çözmeli, hatta dışarıya enerji satar duruma gelmeli, hem de topraklarını en iyi şekilde değerlendirerek dünyada bir enerji ve tarım devi haline gelmeliydi.

Neden kendilerini Milliyetçi, Atatürkçü, Müslüman olarak vasıflandıran hükümetler bu güne kadar böyle bir çalışma yapmadılar?

4- Türkiye dünyanın en zengin bor ve boraks madenlerine sahip olan bir ülke. Peki, ne yapıyoruz bu trilyonlarca dolarlık zenginliğimizi? Ben söyleyeyim; Dozerlerle kazıyoruz, kepçelerle vagonlara dolduruyoruz ve ham madde olarak trenlerle, gemilerle gönderip ölü pahasına satıyoruz.

Neden kendilerini Milliyetçi, Atatürkçü, Müslüman olarak vasıflandıran hükümetler bu zenginliğimizi araştıran, geliştiren, işleyen teknolojileri araştırmadı, geliştirmedi, bu tür çalışmalara önem vermedi. Neden bir “Teknoloji ve Bilimsel Araştırmalar Bakanlığı” kurmadılar.

Türkiye hem coğrafyası, hem de iklimi bakımından hayvancılık için de mükemmel bir ülke. Şimdi soralım? Türkiye’de hayvancılık ne alemde? Can çekişmiyor mu? Ölmek üzere değil mi? Dışarıdan ne olduğu belli olmayan etler ithal edilmiyor mu? Vatandaşa eşek, at eti yedirilmiyor mu? Köylü elindeki bir iki ineğini de satacak duruma gelmedi mi? Anadolu’nun gür otlaklı yaylaları, ovaları boş durmuyor mu?

Neden kendilerini Milliyetçi, Atatürkçü, Müslüman olarak vasıflandıran hükümetler her alanda olduğu gibi bu alanda da gözlerini kapatarak olanları görmemezlikten geldiler, geliyorlar.

5- İşte size bir başka konu daha; Türkiye Büyük Millet Meclisinde yer alan 550 milletvekili bu ülke için çok değil mi? Bu 550 milletvekilinden 300’ü bu ülke için yeterli değil mi? 250 Milletvekilinin bu ülkeye aylık, yıllık ve seçim dönemlerinde nelere mal olduğunu hiç düşündük mü? Bir milletvekilinin bütçeden aylık giderinin en azından 15 bin lira olarak düşünürseniz (Fazlası var, eksiği yok!) ve bunu 250 milletvekilinin gideri, bunun yıllık ve 4 yıllık seçim dönemi giderleri olarak hesaplarsanız çıkacak rakamı tahmin bile edemezsiniz. Şimdi bu devasa rakamla ülkenin hangi sorunu çözülmez.

Neden kendilerini Milliyetçi, Atatürkçü, Müslüman olarak vasıflandıran hükümetler böyle bir çalışmayı asla dillendirmezler, böyle bir çalışmayı programlarına bile almazlar.

İşte bütün bunlar için ANADOLU KARTALLARI….

Bu arada, benim kişisel olarak hiçbir siyasi hesabım yok. Hiçbir siyasi beklentim yok. Bu güne kadar siyasi olarak hiç bir kazanç, rant elde etmedim. O tür taraklarda da asla bezim olmadı, olmaz da…

Ben 13 yaşından beri Türk milliyetçiliği davasına gönül vermiş biriyim. Türk milliyetçisiyim. Türk Ülkücüsüyüm. Bu ülkenin, bu vatanın, bu milletin sevdalısıyım. Doğulu batılı, güneyli kuzeyli; Balkanlar’dan Orta Asya’ya, Kırım’dan Hindistan’a kadar Türk’ü ile, Kürt’ü ile, Türkmeni, Kazak’ı, Özbek’i, Kırgız’ı, Uygur’u, Çerkez’i, Abaza’sı, Başkurt’u, Tatar’ı, Laz’ı ile Türlük aleminin her ferdini her türlü övgü, saygı ve hizmeti hak eden insanlar olarak gördüm. Bunlara hizmet etmek için taş üstüne taş koyanların da önünde saygı ile eğilirim.

“ANADOLU KARTALLARI” YAZIMIZA ÖNÜMÜZDEKİ GÜNLERDE DE DEVAM EDECEĞİZ. Eğitime, Sağlıkta, İç İşleri, Dış İşlerindeki görüş ve önerilerimiz sizlerle paylaşacağız.

BOLU EXPRES GAZETESİ KÖŞE YAZARI YAŞAR AKSAN

NEDEN ANADOLU KARTALLARI




Evet, neden Anadolu Kartalları seri yazımıza devam ediyoruz.

Türkiye, güzel ülkem; Anadolu, canım vatanım, dört yanından yaralar almış, kan ağlıyor.

Yıllardır soyulmuş, aşağılanmış, hor görülmüş, üstüne başına bakarak üstündekilere göre davranılmış, içindeki cevherin farkına varılmamış Anadolu insanları.

Yüzleri yanık, alınları açık fakat kırışık, yüzleri kederli, dudakları çatlak, elleri nasırlı, belleri bükük, gözleri çökmüş, unutulmuş, uyutulmuş, avutulmuş, aldatılmış, soyulmuş Anadolu insanı.

Umutsuz, çaresiz, karamsar, yılgın, bıkkın, işsiz, parasız, kaderine terk edilmiş, sokaklara, kahvelere bırakılmış gergin, asabi milyonlarca işsiz Anadolu genci.

Üniversitelere bin bir hayalle girmiş, bin bir zahmet ve çile ile okumuş, hayaller kurmuş, hayatının 15–16 yılını eğitime ayırmış, okullarda harcamış, sonunda eline verilen ve adına diploma denilen kâğıtla sokağa bırakılmış, “ne iş olursa yaparım” durumuna düşürülmüş mühendisler, öğretmenler, işletmeciler, iktisatçılar; kısaca yüz binlerce işsiz, parasız, ümitsiz, çaresiz, karamsar, kötümser, yılgın, bıkkın üniversite mezunu genç…

Çökmüş bir ekonomi, ağzına kadar borçlu olan ve % 40’ı baştan açık veren bir bütçe.

Bu açığı kapatmak için zam üstüne zam yapılarak zamlar altında inim inim inletilen ve bir medet bekleyen işçi, memur, esnaf, köylü…

Çökmüş adı “Milli” kendisi nesepsiz bir eğitim sistemi… Her bakanla değişen, her bakanla sil baştan olan, ezberci, neden, nasıl, niçin sorularını asla sormayan, sordurulmayan, taklitçi, hazırcı, fırsatçı, kısa yolcu insanlar üreten sömürge ülkelerine has bir eğitim sistemi.

Çökmüş can çekişen bir sağlık sistemi.

AB’nin kontrol ve denetimine verilmiş, “efendi bende” anlayışı ile idare edilen, Türkiye’nin ve Türk milletinin milli ve hayati çıkarlarının bir yana atıldığı, uzaktan kumandalı politikasızlıkla ülkeyi kamplara, iç savaşın eşiğine getiren bir içişleri politikasızlığı…

ABD’nin kontrolü altına verilmiş, ABD çıkarları doğrultusunda hareket edilen, dünyaya ve yakın çevreye ABD’nin gözü ve gözlüğü ile bakılan, Kıbrıs’ta, Irak_Musul, Kerkük’te, Ege’de “Kırmızı Çizgileri bir darbede silen yok eden bir Dışişleri politikasızlığı…

Türkiye’de Türk milletini 35-36 ayrı-etnik parçaya bölen, Doğu ve Güney Doğu’da başta olmak üzere ülkenin her yanında eşkıyayı sokağa, caddeye indiren, devletin polisini eşkıya karşısında etkisiz, güçsüz, pasif duruma getiren ve kendini savunma konuma sokan, bir belediye başkanına 80 milyonun gözleri önünde devlete “has…..tir” çektirerek hakaret ettiren, sokaklarda bir eşkıyayı bin eşkıya yapan, yine dışarıdan güdümlü adı sanı bile belli olmayan bir sözde demokrasi açılım politikası…

Sözde özelleştirme adı altında batan geminin malları niyetine sokaklara, işportaya düşmüş, yağmalanan, dur denilmeyen, hesabı sorulamayan milletin milli varlıkları…

İşte bütün bunlara karşı cesur bir ses, güçlü ve inançlı bir yürek, cana can, dişe diş mücadele vermiş, eşkıyayı ininde avlamış bir lider…

“İdamı tekrar getireceğim ve hak edenleri de hak ettikleri şekilde cezalandırılması için her türlü yasal düzenlemeyi yapacağım” diyen bir lider…

“Güçlü sermayeyi yanıma alarak, onun desteği ile iktidara yürüyüp sonra ona diyet ödeyeceğim diye bu halkın, bu milletin canını yakan, analarından doğduğuna, oy verdiğine pişman eden gelen başkanlardan olmayacağım. Yoksul, garip, ama inançlı, ama dürüst, ama vatansever, ama hain olmayan Türk halkını desteğini alacağım, bunun için gerekirse köy köy dolaşacağım,” diyen güçlü bir lider…

Daha şimdiden bazılarının yüreğine korku, dizlerine inme indiren, kulaklarına kar suyu kaçıran, kâbuslarla uykularını bölen, onun için de daha şimdiden paçalarına saldırılan cesur ve güçlü bir lider…

Bütün bunlar için ANADOLU KARTALLARI

Yeri ve zamanı geldikçe Anadolu Kartalları ile ilgili yazılarıma, görüş ve düşüncelerimize köşemizde yer vereceğiz.

BOLU EXPRES GAZETESİ KÖŞE YAZARI YAŞAR AKSAN







KARTALLAR YÜKSEK UÇAR




Kartallar yüksek uçar. Yeryüzüne yukarıdan bakar. Keskin bakışları ile yer yüzünü bir radar gibi tarar; yılanından çıyanına ne var ise görür. Onun için de Anadolu Kartalı yükselince yer yüzünde bir panik başlar. Sürüngenler, kemirgenler, ısırganlar, kan emiciler…. Her biri koşuşturur, kaçacak bir delik ararlar. Çünkü Anadolu Kartalı onların düşmanıdır.

Anadolu Kartalı kaplumbağaların düşmanıdır. Çünkü kaplumbağalar tembelliğin, miskinliğin, bana neciliğin, bencilliğin sembolüdür. Kaplumbağa her hangi bir tehlike anında kabuğuna çekilir, başını içine çeker ve dünya ile bağını koparır. Dünya yansa umurunda olmaz, ama yangınlarda en çok da kaplumbağalar yanar.

Onun için Anadolu Kartalları kaplumbağaların; yani bencillerin, neme lazımcıların, tembelliğin, uyuşukluğun düşmanıdır.

Anadolu Kartalları yılanların düşmanıdır. Çünkü yılanlar sürüngendir. Sürünerek ilerlerler, amaçlarına ulaşmak için sürünürler. Ama aynı zamanda sinsidir, sessizdir, tehlikelidir. Boğar, ısırır, zehirler, yutar.

Onun için de Anadolu Kartalları sürüngenlerin, sinsiliğin, etraflarına zehir saçanların, ısıranların düşmanıdır.

Fareler kemirgendir. Önlerine ne gelirse kemirmek isterler. Gittikleri yerlere pislik de götürürler. Etrafa zarar verirler, hastalık saçarlar, mide bulandırırlar. Olur olmaz yerlerde görünürler.

Onun için de Anadolu Kartalları fareler gibi kemirgenlerin, ısırganların, etrafa mikrop ve hastalık saçanların, mide bulandıranların düşmanıdır.

Anadolu Kartalları tavşanların da düşmanıdır. Tavşanlar da korkaklığın, ürkekliğin sembolüdür. Birçoklarına av olurlar. En ufak bir ses duyduklarında sadece kaçarlar. Kaçmak en önemli marifetleridir.

Anadolu Kartalları korkaklığın, miskinliğin, ürkekliğin sadece kaçarak kurtuluşu arayanların da düşmanıdır.

Anadolu Kartalları yükseklerde uçarlar. Dağlara, tepelere, ovalara yükseklerden bakarlar. Görmeleri çok güçlüdür. Bir radar gibi yer yüzünü tararlar. Yer yüzünde yaşadıkları yere karşı nankörlük eden, ihanet ederek düşmanca davranıp kemirmeye çalışanların hakkından gelirler.

Anadolu Kartalları yükseklerden uçarlar. Uzakları çok iyi görürüler. Yeryüzünü güçlü bir radar gibi tararlar. Yaşadıkları, beslendikleri, nimetlerinden faydalandıkları nankörleri, sürüngenleri, kemirgenleri, bana necileri, neme lazımcıları çok iyi görürler. O anda bakışları o noktaya kilitlenir. Kanatları bir uçak kanadı gibi kıvrılır; hızla o zararlı, nankör, kemirgen, ısırgan, zehirli, korkak varlıkların üzerine bir kurşun, bir balyoz gibi inerler ve icabına bakarlar.

Bir hikaye:

Eskimeyen bazı dostlar bizim bu Anadolu Kartalları yazılarımıza alınmışlar. Biz de “Siz de katılın Anadolu Kartallarına, ‘İstikbal göklerdedir’ dedik.”

Sevgili dost Muharrem Demirel Hoca bize Mevlevi dervişi ile Nakşibendi dervişi arasında geçen bir hikayeyi anlattı.

Biri Mevlevi dervişi, biri de Nakşibendi dervişi iki dost bir araya gelmişler. Nakşibendi dervişi demiş ki:

“- Ya siz Mevleviler ne yaparsınız? Sizin zikriniz nasıl olur? Demiş.

Mevlevi dervişi; “Biz ‘Allah’ der döneriz, döneriz, döneriz, sonra yine ‘Allah’ deriz demiş. Sonra da ; “Peki siz Mevleviler ne yaparsınız? Diye sorunca Mevlevi dervişi;

“- Biz bir kez ‘Allah!’ deriz, bir daha dönmeyiz, diye cevap vermiş.

Tabiî ki, bunun altında yatan ince mesajı hemen anladık. Biz de sevgili dostumuza şu hikayeyi anlattık;

“Bakırköy Akıl hastanesinde hastalar bir daire oluşturmuşlar, duvardaki delikten sıra ile bakıp geçiyorlar. Bu her gün böyle… Bu durum doktorun dikkatini çekmiş, “Allah Allah! Bunlar ne yapıyorlar, nereye bakıyorlar acaba?” demiş ve o da daireye dahil olmuş. Sıra kendisine gelince o da bakmış duvardaki delikten. Bakmış ama, bir şey de görememiş. Şaşırmış.

“Allah Allah!” demiş. “Siz ben burada bir şey göremedim. Siz ne diye her gün buradan bakıyorsunuz?” Diye sorunca şu cevabı almış;

“-Biz,” demiş oradakilerden biri. “Biz günlerce, yıllarca, hatta günde bir kaç kez bakıyoruz da bir şey göremedik. Sen bir bakışta ne göreceksin ki?”

Sevgili dost! Belki aradıklarımız başka yerde vardır. Nerede, ne zaman, nereye, nasıl bakacağımızı bilirse, sanırım görmek istediğimiz görebiliriz.

Önemli olan Türkiye. Biz Türkiye’yi platonik bir aşkla sevdik. Bu sevdamız karşılığında da en ufak bir karşılık beklemedik. Beklemiyoruz, beklemeyeceğiz de. Önemli olan Türkiye, Türk vatanı ve Türk milleti. Gerisi teferruat…